🦇 6 7 Eylül Olayları Izmir
Konuylailgili son haberler 6-8 Ekim Kobani olayları: HDP'den Bahçeli'nin kapatma çağrısına yanıt: Yargı üzerinde baskı kurarak anayasal suç işliyor,AK Partili Metiner: Ayhan Bilgen mahallemizin çocuğudur
İzmirde ise HDP Parti Meclisi eski üyesi Pervin Oduncu gözaltına alındı. 2020-09-25 09:55:52 İzmir'de 'Kobani olayları' operasyonu kapsamında 1 gözaltı
1955yılında İstanbul İzmir ve Ankara’da birçok olay çıktı. Bu olaylar gayr-i müslimlere yönelik olup ülkeye ve insanlığa büyük zararlar verdi. Bugün, tarihe 6-7 Eylül olayları olarak geçen ve özellikle İstiklal Caddesi’nde bulunan
67 Eylül olayları sadece İstanbul da yaşanmadı 13 Ekim 2012 Cumartesi DP ile Menderes’i bu kara lekeden temizlemek için girişilen çabalar beyhude gayrettir; tarih,
9Eylül 1922 İzmir, düşman işgalinden kurtuldu. 9 Eylül 1955 Türk Hükümeti, 6-7 Eylül Olayları nda zarar gören kişi ve kuruluşlara yardım kararı aldı. 9 Eylül 1975 Fransa 'nın Dijon şehrinde yapılan "Uluslararası Halk Oyunları Yarışması"nda birinci olan Türk ekibi, "Altın Kolye" ödülünü kazandı.
Türkiyetarihinin vahim linç girişimlerinden 6-7 Eylül Olayları, 1955 yılında, başta İstanbul ve İzmir olmak üzere, gayrimüslim Türk vatandaşlara karşı düzenlenmiş bir şiddet seferberliğidir. Olaylar Ankara, Bursa, Samsun, Adana ve Eskişehir’e de sıçramış, ancak buralarda protesto gösterileri şeklinde kalmıştır.
Yahudiasıllı Türk gazeteci Şalom Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İvo Molinas sosyal medya hesabından Kulüp dizisinin görselini paylaşarak, "Varlık Vergisi’ni, 6-7 Eylül Olayları’nı tarih kitaplarında es geçersiniz ama bir gün birileri tarihi tüm gerçekliğiyle anlatır, millet de geçmişi utanarak öğrenir böyle.
6- 7 Eylül Olayları - M. Hulusi Dosdoğru - Bağlam - 9789757696469 - Kitap. 6/7 Eylül 1955 Olayları, ne bir kominist kışkırtması, ne de nasırına Kıbrıs olayları dolayısıyla basılan halkın kendiliğinden bir reaksiyonudur.
FaysalMahmutoğlu Yazdı: 6-7 Eylül Olayları. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi tarihi, ne yazık ki, aynı zamanda henüz aydınlatılmamış pogrom, katliam ve provokasyonlar tarihidir. Bu provokasyonlardan biri de 6-7 Eylül 1955’te İstanbul Beyoğlu’nda Rum ve diğer gayrimüslim azınlıklara karşı girişilen ırkçı saldırılardır.
67 Eylül Olayları: Azınlıkları Tasfiye Hareketi. 07/09/2011 06/09/2011 nor zartonk [ A+ ] /[ A- ] Başta İstanbul olmak üzere, İzmir ve Adalar’da Rumlara ve diğer gayrimüslimlere karşı büyük bir linç ve yağma hareketi gerçekleşti. İki gün boyunca devam eden olaylarda birçok gayrimüslim yaralanırken, yaşamını
6- 7 Eylül Olayları Osmanlı İmparatorluğu nun dağılmasının ardından, Küçük Asya da etnik ve demografik açıdan homojen bir ulus-devlet kurulması, temel politika Bu çalışma, 6-7 Eylül 1955 te İstanbul ve İzmir in gayrimüslim sakinlerine yönelik saldırıların, Türk devletinin ulus-devlet inşa etme politikasıyla
İngiliz Fransız, Alman ve Yunan arşivlerinde araştırma yapan Bochum Ruhr Üniversitesinden Dr. Dilek Güven, “6-7 Eylül Olayları ve Failleri” adlı makalesinde( Toplumsal Tarih, sayı.141, Eylül 2005, sayfa sayısı 38-39) kaynak göstererek belirlemeler yapmış.
RTlCmW6. Ayşe Hür'ün 7 Eylül 2008 tarihli makalesiAğustos 1928’de Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos, Başbakan İsmet Paşa’ya ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras Bey’e birer mektup yazarak Yunanistan’ın Türk toprakları üzerinde hak etmediğini ve demokratik Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek istediğini belirtmişti. Bu mektupların sonucu Venizelos’un İstanbul ve Ankara’ya yaptığı iki parlak ziyaret oldu. İki ülke, 1923 tarihli mübadele anlaşmasının işlemeyen yanlarını 1930’da iki parti halinde Türk-Yunan Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaştırma ve Hakemlik Antlaşması’nı imzalayarak düzelttiler. 1931’de İsmet Paşa ve Tevfik Rüştü Bey Atina’yı ziyaret etti. Tevfik Rüştü Bey 1933’de sınır güvenliğini görüşmek üzere tekrar Atina’ya gitti. Yunanistan Başbakanı Tsaldaris ile Dışişleri Bakanı Maximos aynı yıl Ankara’ya geldiler. İki ülke arasındaki balayı, 12 Ocak 1934’te Venizelos’un Mustafa Kemal’i Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesi ile BİTİYOR • 1934’te Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında Balkan Antantı, 1938’de yeni bir tarafsızlık’ anlaşması imzalandı. 1941’de Türkiye, Kurtuluş gemisi aracılığıyla savaş dolayısıyla Yunanistan’da hüküm süren korkunç açlığa merhem olmaya çalıştı. 1952’de Yunan Kral ve Kraliçesi Türkiye’yi ziyaret ettiğinde her şey yolunda görünüyordu. Ancak, 1954’te Balkan Paktı’nın yenilenmesinin ardından, Yunanistan’ın Kıbrıs sorununu BM’ye taşıması balayına son verdi. Bu haftaki konumuz bu gerilimin ilk acı meyvesi olan 6-7 Eylül 1955 pogrom’u. İtiraf etmeliyim ki, bu olayı yazıp yazmamayı uzun süre düşündüm. Çünkü bazılarının sandığı gibi, durmadan tarihimizin karanlık, yüz kızartıcı dönemlerini anlatmaktan zevk alıyor değilim. Aksine her seferinde keşke bunlar olmasaydı’, keşke zamanında konuşup halletseydik de yazmak zorunda kalmasaydık’ diyorum ve sağlıklı bir toplum olmak için geçmişle yüzleşmek gerektiği inancıyla, bazı okuyucuları üzmek veya kızdırmak pahasına yazmaya devam dönersek; Yunanistan’ın 1954’te Kıbrıs’a kendi kaderini tayin hakkı’nın tanınması için BM’ye yaptığı başvuru kabul edilmeyip de Grivas liderliğindeki EOKA Kıbrıs’ta İngilizler’e karşı terör eylemlerini başlattığında, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ı Doğu Akdeniz’i etkileyen siyasal savunmaya ilişkin sorunları görüşmek üzere Londra’da toplanacak üçlü bir konferansa davet etmişti. Türkiye daveti hemen kabul ederken, Yunanistan biraz nazlanmıştı ama sonunda taraflar 29 Ağustos’ta Londra’da buluşmak için aylar önce, iktidardaki DP ile muhalefetteki CHP ve Osman Bölükbaşı’nın Cumhuriyetçi Millet Partisi’ne mensup milletvekilleri Rum aleyhtarlığını kışkırtacak önergelerini vermeye başlamışlardı. Siyasilerin en büyük yardımcısı iseTürkiye Milli Talebe Federasyonu TMTF ile Kıbrıs Türktür Cemiyeti KTC idi. KTC Başkanı, Hürriyet gazetesi yazarı ve avukat Hikmet Bil, 1952’de Adnan Menderes ve Fuad Köprülü’nün Atina ziyaretinde resmî heyete davet edilecek kadar iktidara yakın biriydi. Yönetim kurulu üyelerinden Kamil Önal ise Milli Emniyet Hizmetleri kısa adıyla MAH, Milli İstihbarat Teşkilatı/ MİT’in selefiydi üyesi bir başka gazeteciydi. Cemiyetin diğer önemli isimleri Dr. Hüsamettin Canöztürk, Orhan Birgit, Ahmet Emin Yalman, Dr. Ziya Somer, Nevzat Karagil ve Kamil Önal’dı. Devletin maddi yardımda bulunduğu bu örgütlerle hem DP teşkilatlarının hem de tekstil, şişe-cam, motorlu taşıtlar, deri-kundura, tütün-içki, gemi, su gibi çeşitli işkollarında faaliyet gösteren sendikaların ilginç ilişkileri KIŞKIRTICILIĞI • Başta İstanbul’da yayınlanan, Hürriyet, Yeni Sabah ile İzmir’de yayınlanan Gece Postası olmak üzere tüm gazetelerde, hemen her gün İstanbul Fener Rum Patrikhanesi ve Patrik Athenagoras aleyhine haberler boy gösteriyordu. Siyasetle ilgilenmesi yasaklanan ve ekümenikliği reddedilen Patrikhane, Fener, tüm Ortodoks dünyasını temsil eden ekümenik patriklik olduğu halde, sessiz kalarak Kıbrıslı Rumlar’ın lideri Makarios’u desteklemekle’ suçlanıyordu. Ayrıca, gazeteler, Patrikhane’nin topladığı bağışları gizlice Kıbrıs’a yolladığını iddia ediyorlardı. Yunanistan basını da boş durmuyordu elbette. Ethnikos Kiriks’in Atatürk hakkındaki ağır yazısı Türkiye’de büyük tepkiye neden olmuştu. 16 Ağustos’ta KTC Başkanı Hikmet Bil, Kıbrıslı Türkler’in lideri Dr. Fazıl Küçük’ün adadaki Yunanlılar’ın Türk azınlığa karşı katliam hazırlığı içinde olduğuna dair’ mektubunu tüm şubelerine göndererek, üyelerinden Londra ve Atina’nın korkacağı erkekçe bir ses’ çıkarmaya davet etti. 24 Ağustos’ta Adnan Menderes Liman Lokantası’ndaki yemekte Yunanistan ve Kıbrıs aleyhine gayet sert bir nutuk atarak çarşambanın gelişini’ müjdeledi. Ardından İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği, Yunan pasaportlu Rumlar’ın mallarının müsadere edilip, yurtdışına çıkarılmalarını talep ederken, gazetelerden Kıbrıslı Türkler’in zor durumda olduğunu okuyan vatandaşlar, Kıbrıs’a gitmek için TMTF’ye kitlesel başvurular yapmaya başladılar. İddialara göre İskenderun şubesine 23 bin, Adana şubesine 15 bin başvuru Eylül’de, Hikmet Bil’le bir akşam yemeği yiyen Menderes, Zorlu’nun Londra’dan gönderdiği telgraftan söz edecekti. Telgrafta Zorlu, görüşmelerde zor durumda kaldığını, müzakere koşullarının zor olduğunu, orada artık dizginlenemeyen’ bir Türk kamuoyundan söz etmeyi arzuladığını yazıyordu. Hikmet Bil seferberlik emrini almıştı. Aynı gün gazetelerde üç Rum casususun yakalandığı haberi çıktı. Bir grup genç Taksim’de gövde gösterisi yaparak, üzerinde Kıbrıs Türktür’ yazılı bir pankartı Patrikhane’ye bıraktı. Ayrıca Türk bayrağına dil uzattığı iddia edilen bir Rum genci dövüldü ve bazı Rum gazeteleri yakıldı. Artık iş barut fıçısını patlatacak kıvılcımı çakmaya EVİNE BOMBA • Bazı Rumların Türk komşuları tarafından yarım ağızla da olsa o gün pek dışarı çıkmamaları, çocuklarına ve karılarına göz kulak olmaları’ yolunda uyarıldıkları o meşum 6 Eylül 1955 günü, saat TRT, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bombalı saldırı yapıldığı haberini verdi. Öğleden sonra İstanbul Ekspres adlı 20-30 bin tirajlı bulvar gazetesi, haberi iki ayrı baskıyla kamuoyuna duyurdu. Sonradan öğrenilecekti ki, DP’yle ve MAH’la ilişkisi olan gazete sahibi Mithat Perin ve Yazı İşleri Müdürü Gökşin Sipahioğlu, Selanik’te bombanın patlayacağını önceden bildikleri için kâğıt stoku yapmışlar ve o gün tam 300 bin gazete sonra, İstiklal Caddesi’nde toplanan güruh, gayrimüslimlere ait işyerlerini taşlamaya başladı. Olaylar kısa sürede Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı gibi gayrimüslimlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelere yayıldı, ardından Eminönü, Fatih, Eyüp, Bakırköy, Yeşilköy, Ortaköy, Arnavutluk, Bebek, Kadıköy, Moda, Kuzguncuk, Çengelköy gibi uzak bölgelere sıçradı. Saldırganlar halkı tahrik etmek için “Makarios’a ölüm’, “Kıbrıs Türktür” diye haykırıyor, ellerindeki Atatürk ve Bayar resimlerini, KTC rozetlerini karşılaştıkları Türklerin ellerine tutuşturuyorlardı. Daha sonra pek çok tanık, 20-30 kişilik mangaların başında KTC’den öğrencilerin olduğunu, hemen her semtte yağmacıların kullandığı sopaların aynı tornadan çıkmışçasına eşit büyüklükte ve kalınlıkta olduğunu, Rumlara ait ev ve iş yerlerinin önceden tespit edildiğini, hatta kimi yerlerde bu ev ve işyerlerinin bir gece önce tebeşirle ya da soba boyası ile işaretlendiğini, polislerin ise saldırganları izlemekle yetindiğini anlatacaklardı. Sonradan, emniyetten karakollara yangın ve hırsızlık dışındaki olaylara karışmaması talimatı verildiği ortaya çıkacaktı. Bazı Türkler, komşularını kurtarmak için çaba göstermişler, bazıları sadece tanıdıklarını korurken, tanımadıkları gayrimüslimlere saldırmaktan geri TARİH • Şimdi de olayları yaşayanları dinleyelim “Bir Rum arkadaşımın dükkânının önünde elimde bir Türk bayrağı ile nöbet tutuyordum. Ellerinde bir listeyle geldiler. Onlara bu dükkânın bir Türk’e ait olduğunu söyledim. 0 bunun imkânsız olduğunu, çünkü ismin listede olduğunu belirti. Ben de 0 zaman listede bir hata olmuştur’ dedim. Ellerindeki listelerde tüm cadde isimleri ve ev numaralan vardı. Kendi aralarında sürekli birbirlerine talimat veriyorlardı. Bu ev bir Rum’un, şu Ermeni’nin, bu dükkânı yağmalayın, şu eve girin’ vs.” Aktaran Dilek Güven, 6-7 Eylül Olayları, s. 14-15“Yüksekkaldırım’da bir Yahudi, o kargaşada kendi levhasını bir Türk dükkânının tabelasıyla değiştirdi. Yahudi’nin dükkânına hiçbir şey olmadı ama Türk’ünki yağmalanmıştı. Sonra komşusuna dedi ki Ne yapalım, senin insanların bunu yaptılar.’ Ama garip hatalar da oluyordu. Benim bir profesör arkadaşım vardı. Muayenehanesinin üzerinde Doçent Dr. diye bir levha yazılmıştı. Doçent kelimesini gayrimüslim bir isim zannedip muayenehanesini tahrip etmişler.” s. 16“Tünel’de Cevat Bey’e ait bir kumaş dükkânı vardı. Adam Türktü, ama onun da işyerini yağmalamaya başladılar. Adam hemen pantolonunu aşağı indirdi ve sünnetli olduğunu gösterdi. O da bu şekilde adamların durdurmaya çalıştı. s. 17“Bizim evimiz, Beyoğlu’ndaki Kalyoncu Sokaktaydı. Şiddet olaylar patlak verdiğinde, kapıcı Mehmet, anneme Korkmayın Madam, bizim evde saklanabilirsiniz’ dedi. Eline bir Türk bayrağı aldı, dış kapıyı kilitledi ve binanın önünde durdu. İlk saldırganlar geldiğinde, onlara burada Rum oturmadığını söyledi ve adamlar gerçekten de evimizi yağmalamadan gittiler. 2. kattaki Madam Katina’yı, 3. kattaki Maria’yı ve 4. kattaki Anton’u korumuş olan Mehmet, binadan çıktı, Türk bayrağını bıraktı, eline bir odun parçası aldı ve caddenin karşısındaki gayrimüslimlere ait dükkân ve evlere saldırmaya başladı. Ben onu evimizin penceresinden izleyebiliyordum.” s. 25“Yayamın evindeyken orada gördüklerime inanamadım. Kapılar ve pencereler artık yoktu. Buzdolapları, dolaplar, aynalar parçalanmış ve evinin önüne yığılmıştı. Yataklar, yorganlar kesilmiş, yünler her tarafa dağıtılmıştı. Elbiseler, ayakkabılar, örtüler, halılar lime lime edilmiş, yığınlar halinde tabak çanak binlerce parçaya bölünmüştü. Somya parçalanmış, avizeler, vitrinler, masalar, sandalyeler ve koltuklar baltayla kesilmişti. Yerde odun, kömür ve gaz, tuz ve şeker, yağ ve yumurtalardan bir birikinti oluşmuştu. Soba da tahrip edilmiş, bazı valizlerin içindekiler dahi makasla kesilerek kullanılamaz hale getirilmişti.” s. 19-20MİLLİ İSYAN • Bunlar yaşanırken, Ankara’dan İstanbul Valiliğini arayan Devlet Bakanı Mükerrem Sarol’la İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay arasında şu konuşma geçmişti “-Vali Beyefendi’ dedim, ciddiyetini anlasın diye, İstanbul yakılıp yıkılırken nasıl gönlünüz razı oluyor da orada polislerin size sağladığı emniyet içinde oturuyorsunuz’ dedim. Ayıp değil mi’ dedim. Bu büyük bir felaket. Milli bir felaket.’ Yanımda Dahiliye Vekili var, O’nu veriyorum’ dedi. Telefonu Namık’a verdi. Namık dedi ki, Öyle milli felaket filan değil’ Bu milli bir isyan. Gençliğin milli kıyamı.’ Namık’ dedim, Bunu senden duyduğuma çok üzüldüm. Bu gerçekten milli bir felaket. İstanbul’da devlet yok, emniyet yok, can güvenliği yok. Beyoğlu’nda mağazaları yağma ediyorlar ve sen buna Milli gençlik kıyamı” diyorsun.’” Birand, Dündar, Çaplı, s. 125-126.Benzer olaylar İzmir’de de yaşandı. Saldırganlar, Yunan Konsolosluğu’nu ateşe vermişler, Yunanlı altı NATO subayının evlerini yağmalamış, İngiliz Kültür Enstitüsü’ne saldırılmış, limanda demirli bulunan iki İngiliz gemisinin mürettebatına mazota bulanıp tutuşturulmuş taşlar veya kumaşa sarılmış teneke kutularla saldırmışlardı. İzmir Valisi Kemal Hadımlı ise, olayları göstericilerin omuzlarında ÇAPINDA SKANDAL • Olaylar sırasında, İstanbul’da Uluslararası Karşılaştırmalı Hukuk Bilimleri Kongresi, Bizans Tarihçileri Kongresi, Uluslararası Üniversite Dernekleri Kongresi ve Uluslararası Kriminologlar ve Polisler Kongresi’nin olduğunu unutmak bu olayı tezgâhlayanların işlediği en büyük hata olmalıdır. Çünkü, o sırada hükümet ciddi ekonomik sorunlarını çözmek için Dünya Bankası’na ve uluslar arası para piyasalarına bel bağlamış durumdaydı. Ama evdeki hesap çarşıya uymamış, hem Londra’daki konferansta, hem de dünyada rezil olan hükümet, 6 Eylül’de İstanbul, Ankara ve İzmir’de örfi idare’ ilan ederek olayları durdurmaya çalışmıştı. Ancak rejim tarafından azınlıklara karşı nefret ve kıskançlık duygusu ile yetiştirilen ve yağmanın tadını alan kitleleri durdurmak kolay olmayacaktı. Nitekim saldırılar İstanbul’da 7 Eylül’de aynı hızla devam ederken, İskenderun, İzmir, Çanakkale’de küçük çaplı saldırılar yayınlanan Vradini gazetesinin 9 Eylül 1955 tarihli nüshasındaki şu ifadeler içimizi acıtabilir “Zaman geçer fakat insanlar değişmez. Büyük Kemal; köylü vatandaşlarını medeni insanlar haline sokmak istedi. Fakat bunda muvaffak olamadı. Onlar yine barbar olarak kalmıştır. Kilise yakmak, ev yağma etmek onların milli endüstrisi olarak kalmıştır.” Aktaran 10 Eylül tarihli Demokrat İzmir Gazetesi“Galiba dozu kaçırdık Namık...”Olayların bilançosu kısa sürede ortaya çıkar. Türk basınına göre 11 kişi ölmüştür ancak sadece üç kişinin adları verilmiştir. Bazı Yunan kaynaklarına göre 15 ölü vardır ancak, daha sonra öldüğü iddia edilen bazı kişilerin Yunanistan’da yaşadığı anlaşılmıştır. Yaralı sayısı resmî rakamlara göre 30, gayri resmî rakamlara göre 300’dür. Sadece Balıklı Hastanesi’nde 60 kadın tecavüz nedeniyle tedavi görmüştür. Tecavüze uğrayanların 200’ü aştığı sanılır. 200 bin kişilik güruhun katıldığı tahmin edilen bu harekâtta, ölüm olaylarının az olması ve saldırganların en ufak bir direnişte geri çekilerek başka hedeflere yönelmesi, hükümetin bir katliam planlamadığını, amacın başta Rumlar olmak üzere gayrimüslimleri ekonomik olarak güçten düşürmek, sonra da korkutarak ülkeden kaçırtmak olduğunu düşündürür. Nitekim, Celal Bayar İstiklal Caddesi’ndeki hasarı görünce, etrafındakilerin duyacağı bir sesle İçişleri Bakanı Namık Gedik’e “Galiba dozu kaçırdık” sırasında, resmî rakamlara göre aşkın, gayri resmî rakamlara göre 7 bine yakın bina saldırıya uğrar. En büyük tahribat nüfusun yüzde 15’inden fazlasını Rumların oluşturduğu Beyoğlu’nda yaşanır. Bunu Eminönü, Fatih, Şişli, Beşiktaş, Sarıyer, Kadıköy, Adalar, Üsküdar, Bakırköy izler. ABD Başkonsolosluğu’na göre saldırıya uğrayan işyerlerinin yüzde 59’u Rumlara, yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si Musevilere, yüzde 10’u Müslümanlara; evlerin yüzde 80’i Rumlara, yüzde 9’u Ermenilere, yüzde 5’i Müslümanlara, yüzde 3’ü Musevilere aittir. Ayrıca İsveç Büyükelçiliği binası ile Fransız, İtalyan, Avusturya ve Almanlara ait işyerleri ile Ermeni ve İngiliz mezarlıkları da saldırılardan nasibini almıştır. Hasarın mali portresi konusundaki en düşük tahmin o günün değerleriyle 150 milyon lira, en yüksek tahmin 1 milyar Eylül’de hükümet yaşananlardan üzüntü duyduğunu ve özür dilediğini belirten bir açıklama ile zararların tazmin edileceği sözünü verir. 9 Eylül’de Maliye Bakanlığı mağdurlara vergi kolaylığı, ucuz inşaat malzemesine erişim olanağı, cam ithalatı, banka borcu olanlara geri ödeme ve banka kredisi alma kolaylığı sağlanacağını açıklar. 10 Eylül’de Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın himayesinde Kızılay Başkanı Rıza Çerçel, Borsa ve Sanayi ve Ticaret Odaları Başkanı Üzeyir Avunduk, Yapı Kredi Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Kazım Taşkent ve Sanayi Odası Başkanı İbrahim Esi’den oluşan bir komite kurulur. 9 Ekim 1955’e kadar komiteye bağış yapan 94 gerçek ve tüzel kişiden 42’sinin Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı kuruluşlar ya da Rum, Ermeni ve Yahudilere ait firmalar olması, devletin bizzat örgütlediği bu yağmanın faturasının en az yarısını mağdurlara yüklemeyi başardığını gösterir. Sonuçta mağdurlara ödenen tazminat, bağışlanan 9 milyon lira ile, hükümetin tahsis ettiği 60 milyon liradan ibaret kalır. Zararların küçük bir miktarı da olsa tazmin edilmesi memnuniyet vericidir ancak devlet bugüne dek resmen özür yargı süreciHükümetin üzüntü beyanından sonraki ilk tepkisi yağmanın sorumluluğunu komünistlere yıkmak olmuştu. 7 Eylül 1955’te aralarında 45 tescilli’ komünist adliyeye getirildi, bunlardan 19’u tutuklandı. Tutuklananlar arasında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Nihat Sargın, Müeyyet ve Can Boratav, Asım Bezirci, Hasan İzzettin Dinamo, İlhan Berktay, Aslan Kaynardağ gibi ünlü isimler vardı. Aralık ayına gelindiğinde, hükümet bu saçma suçlamadan vazgeçmek ve tutukluları salıvermek zorunda ilgili olarak Beyazıt, Beyoğlu ve Kadıköy’de oluşturulan örfi idare mahkemelerinde sanık, Ankara’da 171, İzmir’de 424 kişi yargılandı. CHP lideri İnönü’nün hükümete sert eleştiriler yapması üzerine, sanıkların ezici çoğunluğu peyderpey salıverildi. Mahkeme, TMFT’nin, KTC’nin, MAH’ın ve elbette adı gündeme bile getirilmeyen Özel Harp Dairesi’nin üzerine gitmedi veya gidemedi. Daha sonra, KTC yöneticisi Kamil Önal’ın adamlarının polisin mühürlemiş olduğu KTC binasına girerek MAH’a ait evrakları imha ettikleri anlaşılacaktı. Karar, 1956 yılının Aralık ayı sonunda açıklandı. Sadece 228 kişi suçlu bulunmuştu. Bunların arasında gerçek failler yoktu, geri kalanların da cezaları çok Mayıs 1960’daki askerî darbe sonrasında dosya yeniden açıldı. Bunda, Fuat Köprülü’nün Olayların olacağını hükümet önceden biliyordu. Bir tertip vardı’ sözlerinin etkisi olduğu söylendi. Olayların tertipçisi olduğu iddiasıyla yargılanan 11 sanıktan sadece Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu 6’şar yıl, İzmir Valisi Kemal Hadımlı ise 4,5 yıl hapse mahkûm edildiler. Böylece devlet adlı dokunulmaz varlık, tüm suçu siyasetçilerin üstüne yıkarak kendini yine temize çıkardı. Rumlarla eksik kalan hesap ise, yine utanç verici biçimde 1964’te KİM TERTİPLEMİŞTİ? • Yargılamalar sırasında, Selanik’teki Türk konsolosluğunun bahçesinde bulunan Atatürk’ün doğduğu eve atılan bombanın diplomatik çanta içinde Selanik Başkonsolos Yardımcısı Mehmet Ali Tekinalp tarafından Türkiye’den getirildiği ve Türk Başkonsolosluğu’nun bekçisi Hasan Uçar tarafından bahçeye atıldığı söylendi. Uçar’ı azmettiren kişi Selanik Hukuk Fakültesi ikinci sınıf öğrencisi olan ve MAH elemanı olduğu iddia edilen Oktay Engin’di. Konsolos yardımcısı dokunulmazlık zırhıyla kurtulmuş, Oktay Engin’e üç yıl altı ay, Hasan Uçar’a ise iki yıl hapis cezası verilmişti. Dokuz ay Selanik cezaevindeki hücrede yatan Oktay Engin, tahliye edildikten sonra Gümilcine Konsolosluğumuz tarafından Türkiye’ye getirilmiş ve Başbakan Menderes ile İstanbul Valisi Gökay’ın tavassutu ile Selanik’te yarıda bıraktığı hukuk eğitimini İstanbul’da tamamlamıştı. Uzun yıllar Emniyet teşkilatında önemli görevlerde çalışan ve Nevşehir’e önce kaymakam, sonra da vali olarak atanan Engin hakkındaki suçlamaları hep reddetmişti. Engin’in açıklamaları için Faruk Mercan, “Bombacı da MİT elemanı da değilim”, Aksiyon, 13 Temmuz 20041994 yılında, Yunanistan’da yayınlanan Yeditepe gazetesinin sahibi Mihail Vasiliadis, İstanbul Ekspres’te yayınlanan fotoğrafların konsolosunun eşi tarafından 3 Eylül Cumartesi günü, yani bombanın patlamasından üç gün önce, Selanik’te fotoğrafçılık yapmakta olan Bay Kiryakidis’e teslim edildiğini iddia etti. Vasiliadis’e göre, konsolosun eşi, fotoğrafçıdan acele etmesini, çünkü ertesi gün İstanbul’a döneceğini söylemiş, 4 Eylül’de de İstanbul’a gelmişti. Yani bombalama fotoğrafları tamamen kurmaca idi. Aktaran Demirer, s. 438-439.ÖZEL HARP DAİRESİ • Ama en ilginci, orgeneral rütbesinden emekli olmuş, tuğgenerallik rütbesinde Özel Harp Dairesi ÖHD başkanlığı yapmış, bu konuda eserleri olan, Genelkurmay İstihbarat başkanlığı ve Milli güvenli kurulunda üst düzey görevlerde bulunmuş Sabri Yirmibeşoğlu’nun gazeteci Fatih Güllapoğlu’na söyledikleriydi“Bak ben sana bir örnek daha vereyim. 1974’teki Kıbrıs Harekâtı. Eğer olmasaydı, o harekât, yani iki harekât da o kadar başarılı olabilir miydi? ... Adaya, bankacı, gazeteci, memur görüntüsü altında Özel Harp Dairesi elemanları gönderildi ve bu arkadaşlarımız, adadaki sivil direnişi örgütlediler, halkı bilinçlendirdiler. Silahları 10 tonluk küçük teknelerle adaya soktular. Sonra 6-7 Eylül olaylarını ele al...-Pardon Paşam anlamadım, 6-7 Eylül olayları mı?-Tabii. 6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?-E, evet Paşam!...” “Türk Gladio’su İçin Bazı İpuçları,”Tempo Dergisi, S. 24, 9-15 Haziran 1991Evet, paşamız haklıydı. Özel Harp Dairesi memleketin eğitimli gençlerini, namuslu işçilerini vahşi yağmacılara dönüştürmeyi, yüzlerce yıldır birlikte yaşadığımız gayrimüslim vatandaşlarımızı ülkeden kaçırmayı, Kıbrıs sorununu kangren haline getirmeyi, Türkiye’yi dünyaya rezil etmeyi muhteşem biçimde başarmıştı!
Kendisi de İzmirli olan araştırmacı yazar Talat Ulusoy, 6-7 Eylül 1955 Pogromu'nun63. yılında İzmir’de neler yaşandığını yazdı. 6-7 Eylül olaylarının sadece İstanbul’da olduğunu sananlar çoktur. Haksız sayılmazlar. İstanbul Rum, Ermeni ve Yahudilerin, yani cümle “öteki”lerin en kalabalık olduğu şehirdir. Ama, İzmir’de de bu milli gün’de hareketlenenler, yakıp yıkanlar, çalıp götürenler sırasında birinci sınıfı bitirmiş tecrübeli’ bir ilkokul öğrencisiyim. Önce okulumu anlatayım biraz sizeİzmir-Karşıyaka’daki en eski üç ilkokuldan üçünün ortak yanı; avlularının bir köşesinde birer kilise olması! Rum-Ortodoks cemaatinin Karşıyaka’daki en önemli mabedi, Agias Annas Kilisesi’dir ve bu kilisenin yerinde halen Ankara İlkokulu var. Cumhuriyet İlkokulu’nun avlusunda o zamanlar kütüphane ve toplantı salonu olarak kullanılan Ermeni kilisesi var. Şimdi o da yok. Üçüncüsü benim okulum. Okulumun adı mahalle büyükleri arasında Sörler Okulu.’ Adından yola çıkarak zor belâ eriştiğim “bilgi kırıntıları”nı tekrarlayayım Alaybeyi İlkokulu bir kız okulu, Dame de Sion’un yazlık binası; bahçesindeki kilise bir Katolik kilisesi ve yanındaki ev de papazın evi. Üstelik, pek az olmayan bir cemaate sahip bu kilise. Pazar günleri top koşturduğumuz okul bahçesine az da olsa yabancı’ sesler sızıyor. Ta ki 6-7 Eylül 1955’e olaylarına kadar. Kilise duvarıOkulumun devasa okaliptüsleri olan geniş bir bahçesi ile kilise yüksek bir duvarla ayrılmış. Top kaçtı mı yandık, o duvarların arkası ayrı dünya, oradan korkuyoruz. Öğretmen beş on dakika olsun öğrencilerini götürüp, duvarın ardındaki bu korkutan yapının içini gezdirse, çocuklara anlatsa olmaz mı? Olmuyormuş…Birinci sınıfı bitirdiğim yaz, bir gün okul bahçesinde oynamaya gittiğimde gördüğüm manzara hafızama kazınmış Kilisenin duvarının dibinde, sararmış kel çimenler üstünde, silahı yanına uzatıp namaza durmuş bir asker. Tarih 6-7 Eylül 1955’in ertesi günlerinden biri olmalı. Neden orada silahlı bir asker var? Zaten korkuyorduk bu kiliseden, şimdi işe bir de silahlı asker karıştı! Oynamaya gelen çocuklarda her kafadan bir ses yükseldiyse de nafile, çocuk aklı nasıl çıkar bunun içinden? Öteki okullarda böyle silahlı asker yoktur, kiliseleri kalmamıştır ki o okulların!Tamaşalık’ta…6-7 Eylül yaşandığı gece Kale’nin eteklerinde, Tamaşalık’ta dedemin evindeyiz. O gece Tamaşalık’ tan aşağı topluca inenler olmuş. İnenlerin makbul insanlar olmadığı, falanların damadının da Fuar’da “Yunan” pavyonu yağmasına gittiği, Alsancak’taki evlerin, dükkânların yağmalandığı konuşuluyor. Yanan yerleri görmüşler yüksekteki evin Harp Dairesi Başkanı Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, “6- 7 Eylül de bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi” sözleri unutulur gibi değildir. Öyle devletli bir iştir ki, yeri gelir yıkar da yapar da!6-7 Eylül örgütlü iş’inde Kordon’daki Yunanistan Konsolosluğu binası da ateşe verilir. Türkiye NATO üyeleri arasında ve uluslararası kamuoyu nazarında çok güç durumda kalır. Sıra kırılan kalplerin, incinen onurların tamirine gelir. Türkiye Yunanistan’ı sakinleştirmesi için ABD’ye iki ülke arasındaki gerilimi düşürsün diye diplomatik yollar arar. 12 bin TL tazminatİlk olarak İzmir Valisi kanalıyla bir iyi niyet hareketi gelir Mal sahibi Kapetanaki’nin şikayeti ile başlayan yasal süreç durdurulur. Bu yapı, tarihi İzmir mimarisinin karakteristik bir örneğidir, tüccar Emmanuil Apergi ya da Kapetanaki’ye aittir, hükümetçe onarılacaktır ve 12 bin TL tazminat ödenir milli’ saldırganlar NATO’daki Yunanistan subaylarının karargâhını tahrip ettikleri Ekim 1955’te Türkiye daha da ileri gider 6-7 Eylül’de İzmir’de Yunanistan bayrağına yapılan saldırı ve Yunanistan Konsolosluğu’nun tahribine karşı özür olarak, İzmir Yunanistan Konsolosluğu’nun İzmir’deki yeni binasına Yunanistan bayrağı resmen Türk ve Yunan askeri birliklerince çekilecek, ve iki ülkenin ulusal marşları çalınacaktır!Açılış töreniİki gün sonra, 24 Ekim sabahı, Eylül’den bir buçuk ay sonra, Yunanistan Konsolosluğu binası alışılmamış bir törenle açılır. NATO’da görevli ABD subaylarının huzurunda ve Türk hükümetinin hiç rastlanmamış bir geçit töreniyle yapılır açılış. O günün gazetelerinin anlatımına göre, Türk ve Yunan askerlerinin önünde Yunanistan ulusal marşı çalarken Yunanistan bayrağı Ulaştırma Bakanı Muammer Çavuşoğlu tarafından göndere çekilir. Tarihi İzmir Kordonu’nda 40 Yunan askerinin bayrakla resmi geçidi 1922’den sonra ilk kez olmaktadır! Muammer Çavuşoğlu kısa konuşmasında “Türk hükümetinin ve Türk milletinin İstanbul ve İzmir’deki barbar saldırılara karşı derin üzüntülerini…” ifade eder ve Yunanistan-Türkiye ilişkilerinde yeni bir iklimin tesisi gerektiğini vurgular. Yunanistan’ın Ankara büyükelçisi D. Kallergis, Yunanistan-Türkiye dostluğu’ üstüne alışılmış sözler olsun ki bu tarihi Kordon yalısı, milliyetçi kabarmalara rağmen yeniden restore edilmiş olarak yerinde duruyor. Lâkin ilkokulum ve askerin namaz kıldığı çimleri yoluk bahçe yok! Papazın evi yok! Kilise de yok! Kilise ve papaz evinin yerinde bir apartman ve Karşıyaka Halk Eğitim Merkezi’ var. 6-7 Eylül öyle örgütlü bir iştir ki, 1955’te tam yıkamadığını yıllar sonra yıkar ve yerine eğitim merkezi’ yapar!
6 7 eylül olayları izmir